1 Mayıs 2010 Cumartesi

Bedr'in Arslanları Ancak Bu Kadar Şanlı İdi

Mehmetçik, Çanakkale’de hep öne baktı, hep ileriye gitti; gönlü ve gözü hiç arkada kalmadı. Bu yiğitliğin altında ve arkasında daima analar vardı. Mehmetçiğin arkasında sıra dağlar gibi duran analar… Asla zaaf göstermeyen, göz yaşlarını içine akıtan, bütün erkek işlerini omuzlayıp şikayetsiz götüren bu analar, Çanakkale’nin gerçek kahramanlarıdır. Çünkü, hem arkayı sağlam tutmuşlar, hem de ve asıl önemlisi, Mehmetçiği Mehmetçik yapan ruhu imanla yoğurmuşlardır.
Her Mehmetçiğin arkasında, ona, ahlak ve fazilet aşısı yapan, gönlüne adam olma damgası vuran bir ana vardır.
Analar, sıra dağlar gibi durdular.
Evlatlarının ruhlarına madde ve mana kahramanlığının damgasını vurdular.
Gözyaşlarını içlerinde çağıldattılar.
Açıktan ağlayıp da, hain düşmanı umutlandırmadılar.
Onlar, dönüşü olmayan yola, Çanakkale’ye evlatlarını kınalayıp da gönderdiler. Anaların kınalı kuzuları, Çanakkale’nin kurbanlarıydı. Allah için vatana verilen kurbanlar…
Hatice Ana’nın yüreğini bugünün anneleri anlayabiliyor mu?
Ne mutlu anlayabilenlere…
Tek oğlunu,19 yaşında Çanakkale’ye gönderir, Hatice Ana… Adının tecellisidir vermek, cömertliğine sınır koymamak… Öyle bir anadır ki o, verilmesi en zor olanı verir vatanına… Oğlunu kınalayıp da salar Çanakkale’ye…
Kumandanı, kınasının sebebini sorar Hasan’a… Hasan öyle itaatkar bir ana kuzusudur ki, bunun sebebini sorma lüzumu görmemiştir anacığına…
-Niçin amma,diyenlere;
O ana, o şefkat kahramanı, ne yaparsa vardır hikmeti…
Nedenini, niçinini sormak gereksizdir.
Anacığı her ne yaparsa, faydalıydı ve yapılmalıydı, der, Hasan…
Belki biraz da, cephe heyecanı içinde sormamıştı kınasının sebebini… Belki de, bunu her ana evladına yapar sanırdı.
Hadi öyleyse, şimdi sor Hatice Ana’ya bu kınalı saçları, biz de bilelim annenin maksadını, dedi Kumandanı.
Hatice ana kınanın hikmetini soran mektuba cevap yazdırdı. Çünkü yüreğe sevgiyi ve yiğitliği yazma ustası olan o ananın eli, kağıda mektup yazmayı bilmezdi. Hiç okuyup yazma bilmezdi ama, hem yürekleri bütünüyle okur; hem de gerektiğinde düşmanın canına okuyacak evlat yetiştirirdi.
Hatice Ana söyledi, muhtar yazdı:
“-Oğlum Hasanım, bilirsin ki, bizim ilde kurbanlık koçlar kınalanır; öpe seve beslenir, büyütülür. Sen de bizim evin Hak yoluna kurban edilecek koçusun. O yüzden ben de seni kınalayıp da saldım Çanakkale’ye, bunu böyle bilesin ve o kınanın hakkını veresin.”
Bu mektubu, şehit olmuş Hasan’ın cebinde, kanlara bulanmış olarak bulup okudular. Hatice ananın niyeti çoktan gerçekleşmiş, tek oğlu Hak yolunun kurbanı olmadan önce de şu beyti, o mektuba eklemişti:
Anam yakmış kınayı, adak diye,
Ben de vatan için kurban doğmuşum
Anamdan Allah’a son bir hediye,
Kumandanım, ben İsmail doğmuşum.

Çanakkale şehidine ağlamazdı analar… Zira onlar, gıpta edilen bir makama çıktılar. Ağlanacak değil imrenilecek bir yerdeydiler. Görürcesine inandıkları Allah, aynı kesinlikle inandıkları Cennet’ine almıştı onları… Analar onlara değil, kendilerine ağlarlardı.
Ama gözyaşlarını saklarlar; şehit haberini vakurca alırlar; sonra da kendilerine ağlamak için sakin bir köşe ararlardı.
Yeni evli delikanlı, askere çağrılır. Çanakkale’ye gidecektir. Vedalaşırken, hanımına der ki : “Sen çok güzelsin. Ne olur, ben gelinceye kadar, evden çıkma… Sana bir kem nazarın dokunmasından korkarım…”
Delikanlı Çanakkale’ye gitmiş gitmesine ama, bir daha da kendisinden haber alınamamış… Yıllar geçmiş, o güzel ana, nine olmuş ama eşine verdiği sözde hep durmuş; evinden hiç çıkmamış… Daima içinde yaşadığı ev, eşine sadakatin bir sarayı olmuş. Evin duvarları, asker mektuplarıyla donatılmış… Zehra ana, bütün mahallenin annesi olmuş, akıl hocası olmuş, dua fabrikasına dönüşmüş…
Döne döne okurmuş, duvarlarındaki eş mektuplarını… Sonra da oturup Kur’an’ına sığınırmış. Zaman zaman başörtüsünün ucu ıslanırmış göz yaşlarıyla…
Uzun bir ömür, mabetleşen bir evin hüzün tüten mahremiyetinde yaşanıp bitmiş… Zehra Ana’nın gönül dünyasına eşinden başka kimse girememiş…

Bir başka anne, yıllarca bekledikten sonra, eşinin şehit olduğunu öğrenir. Çanakkale bir yiğide daha makam olmuştur. Kendisi de, Allah’ın verdiği ömrü 85 sene yaşar.
Vefat edince, oğlu vasiyetnamesini açmış. Bu can anne, iki küçük torbanın da kendisiyle birlikte gömülmesini istiyormuş. İmam efendi, hiçbir eşyanın ölenle birlikte gömülemeyeceğini söylemiş. Oğlunun ısrarı üzerine, bu torbalar açılmış… Küçücük bir torbadan dişler çıkmış, biraz büyükçesinde de saçlarla birlikte, bir kağıt parçası varmış. Bu kağıtta şunlar yazılıymış:
“-Ahmed’im, bu dişler benim dişlerim… Çekildikçe ve düştükçe sakladım onları… Onlar şahit olsun ki, sana söylediğimi, senden başkasına hiç söylemedim. Bu saçlar da benim saçlarım… Kesildikçe ve döküldükçe hep toplayıp biriktirdim onları… Onlar da şahit olsun ki, senden başka hiç kimsenin eli ve gözü değmedi onlara…

Edremitli Halil Efendi, acele askerlik şubesine çağrılıyordu. Hanımı, büyük bir heyecan ve endişe içinde hemen dükkana koştu. Çünkü oğulları Ali Çanakkale’de askerdi.
İkisinin de aklına, hemen oğulları Ali geldi. Ancak, Halil Efendi, hanımını biraz rahatlatmak için, dedi ki:
“-Canım, inşallah hayır haberdir. Ben şimdi askerlik şubesine gider durumu öğrenirim. Fakat bugün, benim canım çok kuru fasulye çekti. Sen git, akşama bir kuru fasulye pişir de yiyelim.”
Eşi evin yolunu tuttu, gözyaşlarıyla, Halil Efendi de yüreği çırpınarak Askerlik Şubesi’ne koştu… Onu karşısında gören kumandan, “Halil Efendi nerelerdesin? Ne zamandır seni arattırıyorum!” dedi.
Halil Efendi, heyecanı son haddine gelmiş vaziyette, bu arayışın sebebini sordu. Kumandan da hemen cevapladı:
“-Halil Efendi, yaşıtların Çanakkale yolundalar, gönüllü gidiyorlar. Seni de onlarla göndermek istedim.”
“-Emrin olur dedi Halil Efendi… Ancak müsaade ederseniz, eve bir uğrayayım da hanımla helallaşayım.”
Kumandan Halil Efendi’ye müsaade etmedi: “Biz evine haber veririz. Sen koş kafileye katıl, geride kalma!”dedi.
O da koştu ve Çanakkale için yollara düşmüş gönüllülere katıldı. O sırada yaşı kırkı çoktan aşmıştı ve cephede Ali’si de vardı.
O akşam, Halil Efendi’nin evinde kuru fasulye pişti ve sofraya boş bir tabak kondu. Ve o akşamı takip eden bütün akşamlarda, o evde hep kuru fasulye pişirildi ve sofraya boş bir tabak kondu.
Evin hanımı vefat etti ama, onun çocukları, her akşam kuru fasulye yediler ve sofralarına daima boş bir tabak koydular…
Çanakkale, bu ana yüreklerinin desteğiyle kazanıldı. Onlar cephenin gerisini sıradağlar gibi sağlam tuttular. İşte bu sağlamlık sebebiyledir ki, Mehmetçiklerin gözü hiç arkada kalmadı.Yüreklerinde anne şefkatlerini hissettiler. Eşlerinin, nişanlılarının sadakatinden emin oldular. Ve hep ileriye doğru yürüdüler; geriye dönmeyi hiç düşünmediler.




S.Y.



Çanakkale Özel

17 Mart 2010 Çarşamba

18 Mart Deniz_Kara Savaşı

18 Mart sabahı hava bulutsuz ve güneşliydi. Alman Yüzbaşı Schneider uçağına atladı ve Bozcaada yönüne doğru keşif uçuşuna çıktı. Saat 8 cıvarında düşman filosunu Boğaz yönüne doğru yaklaşırken gördü. Hemen geri dönüp durumu bildirdi. Queen Elizabeth, Agamemnon, Lord Nelson muharebe gemileri ve Inflexible muharebe kruvazöründe oluşan 1. Tümen, saat 10:30'da boğazdan içeri girdi Queen Elizabeth'in hedefi Rumeli Mecidiye Tabyası, Lord Nelson'un hedefi Namazgah Tabyası, İnflexible hedefi ise Rumeli Hamidiye Tabyası idi.



Bu plan 11.30'da uygulanmaya başlandı ve 11.30'da merkez tabyalarına ateş başladı. Saat 12.00 sularında Çimenlik, Rumeli Hamidiye ve Anadolu Hamidiye ateş almıştı. Suffren, Bouvet, Goulois, Charlemagne adlı dört Fransız gemisiyle Triumph ve Prince George arkadan harekete geçip yerlerini aldılar. Merkez bataryalarımız ateşe devam ediyorlardı. 900 yarda kadar içeri sokulduklarından şiddetli ateş bu gemilerin üzerine yağıyordu. iki İngiliz gemisi Triumph ve Prince George Rumeli Mesudiye ve Yıldız Tabyalarını hedeflemişlerdi. Rumeli merkez bataryaları çok yoğun bir ateş altındaydı. Mermilerin çoğu tabyalar içine düşmüş, telefon hatlarını bozmuş, yangınlar çıkarmıştı. Rumeli Mecidiye tabyası topçuların şehit olması ile devre dışı kalmıştı. Saat 14:00'e doğru Suffren büyük bir hızla boğazı terk etmekte ve Bouvet'de onu izlemekteydi. Fransız gemisi Bouvet'de bir iki patlama oldu ve Anadolu Hamidiye tabyasınca ateş altındayken 3 dakikada suların altına gömüldü. Derin bir şaşkınlık yaşanıyordu. Queen Elizabeth ve Agamemnon dışındaki bütün gemiler ateşi kestiler. Muhripler ve istimbotlar personeli kurtarmaya gittiklerinde 20 kişi kurtarılabilmiş, 603 kişi sulara gömülmüştü.



Bu arada 12.30 sularında Goulois isabet almış ve ağır yaralarla boğazı terk ediyordu. 15.30 sularında mayına çarpan Inflexible'ın durumu kötüydü ama yoğun çabayla Bozcaada'ya ulaştı. Ocean, İrresistible, Albion, Vengeance, Swiftsure ve Majestic'ten oluşan 2. Tümen,Saat 14.30'da ateşe başlayarak yaklaştılar. Namazgah tabyasını bombardıman ediyorlardı. Saat 15.00'te Rumeli Hamidiye daha sonra da Namazgah aldığı isabetle savaş dışına çıkmıştı. Anadolu Hamidiye tabyası hasar görmemişti ve İrresistible'a ateş ediyordu. Saat 15.14'de İrresistible'ın yanında korkunç bir patlama duyuldu.



Saat 16.15'te tabyalarda uzaklaşmak isterken bir mayına çarptı. Bu bölgede bir gece önce Nusret'in döktüğü mayınlar hiç hesapta yokken can alıyordu. Bölgenin mayınlı olduğunu anlayan Amiral de Robeck 2. Tümenin geri çekilmesi için emir verdi. 18.05'te geri çekilirken Ocean da mayına çarpmıştı. Güçlü top ateşine rağmen Ocean'ın personeli muhripler tarafından boşaltıldı. 18 Mart'ta yaşananlar şaşkınlık yaratmıştı. Lord Fisher gibi ordusuz bir donanmanın başarıya ulaşamayacağını söyleyenler haklı çıkıyor, de Robeck ve Churchill gibi hala donanma ile boğazları zorlayıp İstanbul'a çıkılabileceği düşüncesi yeni hareket planları doğuruyordu.



Osmanlı yetkililerinin söylediklerine göre eğer 19 mart'da bir zorlama daha yapılsaydı. Bataryalarımızda cephane kalmadığından İngilizlerin boğazı geçmeleri mümkün olabilirdi. Müttefik kuvvetleri deniz yolu ile boğazı geçemeyeceklerini anlayınca karaya çıkartma yapıp yarımadadaki yüksek noktaları ele geçirerek tabyalarımızı susturmak ve gemilerini geçirmek planına baş vurdular. Ele geçmesi gereken yüksek noktalar Alçı Tepe dolayısıyla Kilit bahir platosu ve Conk bayırı Kocaçimen Tepeleriydi.
S.Y.



Çanakkale Özel



İstanbul’u zaptetme hayalleri ile 300.000 asker (İngiliz, Fransız, Avustralyalı, Yeni Zelandalı) sarı, beyaz, siyah insan Mehmetçiğin imanlı göğsünde eridi.

Başta Ata’sı olmak üzere,
Kopmakta olan kolunu kestirip tekrar düşman siperlerine saldıran Edincikli Mehmetler,
215 okkalık (275 kg) mermiyi kucaklayıp top namlusuna yerleştiren Edremitli Koca Seyitler,
Top mermisi ile denizatlıyı periskopundana vuran Orhaniyeli Müstecip Onbaşılar
bu vatan topraklarında düşmanı kahrettiler.

Bu vatan topraklarında canını veren, kanını döken şehit ve gazilerimizi daima hatırlayalım.

Bu günlerimizi o kahramanlarımıza borçluyuz.

----------o----------


"Bu memleketin topraklarında kanlarını döken İngiliz, Fransız, Avustralyalı, Yeni Zelandalı, Hintli kahramanlar:
Burada dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız.
Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar, gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu topraklarda canlarını verdikten sonra bizim evlatlarımız olmuşlardır."
Mustafa Kemal ATATÜRK
1934

----------o----------

Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır!